İnsan ve Değer Hareketi 2025 yılı sempozyumu başladı

Türkiye’nin birçok ilinden İnsan ve Değer Hareketinin üye ve gönüldaşlarının katıldığı şurada ilk iki gün; hareketin yönetici ve üyelerinin yaptığı bir yıllık muhasebe ve geleceğe yönelik projeksiyonlar değerlendirildi.
Bu gün başlayan ve üç gün devam edecek olan sempozyum ise; Kur’an tilavetinin ardından İnsan ve Değer Hareketi Yönetim Kurulu Başkanı Zekeriya Şengöz’ün açılış konuşmasıyla başladı.
Zekeriya Şengöz’ün açılış konuşmasının tam metni:
Değişen Dünya Düzeni ve Ümmet Bilinci: Tarihin Eşiğinde Bir Muhasebe ve Bir Çağrı
“Asra yemin olsun ki, insan gerçekten ziyan içindedir. Ancak, iman edip salih ameller işleyenler, birbirlerine hakkı tavsiye edenler ve birbirlerine sabrı tavsiye edenler müstesnadır.” (Asr Suresi)
Allah’ın selamı, rahmeti, bereketi ve mağfireti üzerinize olsun.
Sözlerime, zamanın ve mekânın sahibi, kalpleri evirip çeviren ve bu kutlu yolda, aynı sevda ve aynı endişeyle yürekleri çarpan bizleri bir araya getiren Yüce Rabbimize, varlığımız adedince hamd ederek başlıyorum. O Rabbimize hamdolsun ki, bizleri en hayırlı ümmetin bir ferdi kılmış ve omuzlarımıza çağları aşan kutlu bir emanet yüklemiştir.
Değerli kardeşlerim, insanlığın ve İslam ümmetinin kritik bir dönemden geçtiği bir zamanda yıllık değerlendirme toplantımızı gerçekleştiriyoruz. İnsan ve Değer Hareketi’nin bu yıllık değerlendirme toplantısına, sadece bedeniyle değil, ruhuyla, heyecanıyla, duasıyla ve umuduyla iştirak eden siz kıymetli kardeşlerimi, en derin saygı, hürmet ve muhabbetlerimle selamlıyorum.
Bu salonu dolduran sizler, sadece kalabalık bir topluluk değil; bir inancı yaşayan tanıkları, bir medeniyet davasının yılmaz neferlerisiniz.
Unutmayalım ki bu buluşmalar, sıradan toplantılar değildir. Bu buluşmalar, Rabbimizin “Asra yemin olsun ki” diye üzerine yemin ettiği o akıp giden zamanın içinde bir an durup soluklandığımız, neredeydik, nereye geldik ve nereye gidiyoruz diye sorduğumuz bir vicdan ve şuur durağıdır. Burası, rakamları değil, ruhları konuştuğumuz; binaları değil, gönülleri saydığımız, görünen üzerinden görünmeyeni hesapladığımız bir muhasebe meydanıdır.
Bugün “Değişen Dünya Düzeni ve Ümmet Bilinci” gibi ağır ve derin bir başlık altında, hem kendimizi hem de dünyayı, Kur’an’ın ve Sünnet’in eskimeyen projektörüyle yeniden okumak, anlamak ve anlamlandırmak için buradayız.
Amacımız, son yılların kapsamlı bir muhasebesini yaparak geleceğe dair kısa, orta ve uzun vadeli hedeflerimizi ortaya koymaktır. Dünya’da yaşanan hızlı değişimler bizlere neleri kazandırdı, neleri kaybettirdi? Bu değişimler karşısında Müslüman toplumların durumu nedir? Ve en önemlisi: ”Biz, İnsan ve Değer Hareketi gönüllülerinin bu süreçte görev ve sorumlulukları nelerdir?” sorularına cevap bulmaya çalışacağız.
Konuşmam boyunca, küresel gelişmelerin genel bir değerlendirmesini yapıp ardından ümmet bilinci ekseninde Müslüman coğrafyaların halini ele alıp son olarak da hareketimizin misyonu doğrultusunda atılabilecek adımları ve hedeflerimizi paylaşacağım.
Unutmayalım ki konuşulanlar sadece sözde kalmamalı; her birimizde bir bilinç, eyleme dönüşecek bir uyanış ve harekete geçme duygusu uyandırmalıdır.
Bölüm 1: Küresel Düzenin Değişimi: Kazanımlar ve Kayıplar
Her din, her düşünce ya da her ideoloji insanlığa mutluluk, huzur, adalet ve barış getireceği iddiasıyla ortaya çıkar. İşte “Yeni dünya düzeni” de bu iddia ile ortaya çıkan ve şu an dünyaya hükmeden sistemdir.
Peki bu yeni dünya düzeninin özellikleri, hedefleri nelerdir?
- Yeni dünya düzeni, Ortaçağ’da Batı’nın kiliseye yani dine karşı kazandığı savaşın bugüne yansımasıdır.
- Yeni dünya düzeni, Zuhruf suresi 84. ayette belirtilen: “O, gökte de ilah olandır, yerde de ilah olandır.” ayetinin aksine, Allah’ın ilahlığının yerde olan kısmını yok sayıp, O’nun ilahlığını göklerle sınırlayan sistemdir.
- Yeni dünya düzeni, hayatın merkezine “Allah’ın” yerine “insanın”; “vahyin” yerine “aklın”; “ahiretin” yerine “bu dünyanın” konulduğu sistemdir. Bu düzende değerler birer pranga, ahlak ise bir ayak bağıdır.
- Yeni dünya düzeni, Churchill’in ”Bir damla petrol, bir damla kandan daha değerlidir.” sözünde olduğu gibi insan yaşamının yok sayıldığı, vahşi kapitalizmin hedeflerine ulaşmak için her şeyi mübah gördüğü sistemin adıdır.
Kısacası yeni dünya düzeni; Allah’sız, kitapsız, peygambersiz bir hayatın dayatıldığı sistemin adıdır.
Bugün dünyaya baktığımızda insanlık tarihinin en büyük paradokslarından birini görüyoruz. Bir yanda “bilgi çağı” ve “dijital devrim” denilen, insanın parmak uçlarına kâinatın bilgisini seren bir imkânlar dünyası… Diğer yanda ise ruhun pusulasını yitirdiği, insanın kendi içinde kaybolduğu ve çırpındıkça daha da derinlere battığı bir anlamsızlık bataklığı…
Adına “yeni dünya düzeni” denilen bu yapı, insana hız ve konforu sundu. Ancak bu hız, tefekkürü; bu konfor ise maneviyatı yok etti. Tefekkür ve maneviyat yok olunca da insan adeta bir robota dönüştü ve vicdanını kaybetti.
İnsanlara “Sen özgürsün!” diyerek onları değer yargılarından uzaklaştırdılar, ama insanı modanın, markaların, sosyal medyanın ve bitmek bilmeyen arzuların kölesi haline getirdiler.
Rabbimiz, Bakara Suresi 205. ayetinde müstekbirlerin karakterini çok net bir şekilde bizlere ifşa etmektedir: “Onlar iş başına geçti mi yeryüzünde bozgunculuk çıkarmak, ekini ve nesli helak etmek için uğraşırlar.”
Yeni dünya düzeni insanlığa ne vaat ediyor? Bu sorunun cevabını bulmak için gözlerimizi Gazze’ye çevirmemiz yeterlidir.
Yeni dünya düzeni, kendilerinden olmayanın insan kabul edilmediği, yaşam hakkının olmadığı, bir yudum suyun, bir lokma ekmeğin bile çok görüldüğü bir düzendir. Bu düzende evler, hastaneler, okullar, yardım merkezleri açık hedeftir. Bu düzende sivil insanlar, hatta kundaktaki bebekler bile teröristtir. Bu düzen, kundaktaki bebeklerin üzerine tonlarca bombaların atıldığı, bebeklerin çığlıklarının eğlenceli bir müzik, annelerin parçalanan yüreklerinin adeta Oskarlık bir film olarak izlendiği bir sistemdir.
Yeni dünya düzenini görmek isteyenler Akdeniz’in sahillerine, o sahillere vuran sayısız masum bedene baksınlar. Onu merak edenler, Mısır’da, Tunus’ta özgürlük isteyen sivilleri kurşunlayıp darbeyle diktatörleri geri getirenlere baksınlar…
Bölüm 2: Bu Küresel Tufanın Ortasında Ümmet Olarak Bizim Durumumuz Nedir?
Şunu çok rahat söyleyebiliriz: Yeni dünya düzeni kendisine en büyük tehdit ve tehlike olarak İslam’ı ve Müslümanları görmektedir. Bundan dolayı Ümmet, dört bir yandan kuşatılmış durumdadır.
Emperyalist güçlerin çıkar uğruna körüklediği savaşlar, darbeler ve istikrarsızlık politikaları milyonlarca masum insanın hayatını altüst etti. Dünya genelindeki mülteci nüfusunun çok büyük bir kısmı İslam âleminin bağrından kopan insanlardan oluşuyor.
Savaş artık sadece meydanlarda değil, klavyeler başında, bir toplumu inancına ve geçmişine yabancılaştırmayla kazanılıyor. Önce zihinlerimizi kuşattılar.
Kültürel olarak da kuşatılmış durumdayız. Dizilerle, filmlerle, müziklerle aile yapımız, mahremiyetimiz ve ahlaki değerlerimiz dinamitleniyor.
Sosyal hayatımızda toplumun son kalesi olan aile, hiç olmadığı kadar büyük bir saldırı altında. Hakikatten uzak, sanal bir topluma dönüştürülmek isteniyoruz.
Tüm bu meydan okumalar karşısında direnç gösterebilmek ancak kimlik bilinci ve ümmet şuuruyla mümkündür. Ümmet bilinci, sadece soyut bir dini terim değil; somut eylemlilik gerektiren bir kardeşlik hukuku ve ortak gelecek duygusu demektir.
Ancak ne acıdır ki günümüzde ümmet şuuru zayıflamış, Müslümanlar olarak paramparça bir görüntü veriyoruz. Atasoy Müftüoğlu’nun altını çizdiği gibi, “modern dönemde milliyetçilik, mezhepçilik, kabilecilik, ulus devletçilik gibi akımlar ümmet bilincinin önündeki en büyük engeller haline gelmiştir.”
Bir Yemenlinin derdi bir Türk’e, bir Arakanlı mazlumun feryadı bir Arap’a gerektiği gibi dokunamıyorsa veya biz kendi içimizde Türk, Arap, Kürt; Sünni, Şii diye ayrılıp birbirimize ön yargıyla bakıyorsak, ümmet olma görevimizi yerine getiremiyoruz demektir.
Kur’an-ı Kerim bizleri açıkça uyarıyor: “Allah’a ve Resulüne itaat edin, birbirinizle çekişmeyin; yoksa zayıflarsınız, gücünüz gider…” (Enfal 8/46).
Bugün ümmetin durumuna bakmak isteyenler Gazze’ye, Suriye’ye, Tunus’a, Mısır’a baksınlar. İki milyara yaklaşan Müslüman nüfusun, iki yıla yakındır devam eden katliamlara müdahil olamamalarına, oraya bir damla suyu ulaştıracak bir güçten ve cesaretten yoksun olmalarına baksınlar.
Şehit Şeyh Ahmet Yasin’in dediği gibi: ”Ümmetin hali, benim şu felçli halime benziyor.”
Zihinler ve ülkeler işgal altındayken orada bir özgürlükten ve ümmetten bahsedemeyiz. Öyleyse Hz. Ali’nin o çağları aşan müthiş sözü bizim yolumuza ışık tutmalı: ”Allah seni özgür olarak yaratmışken hiçbir şeyin kölesi olma!”
Evet, özgürleşmemiz, hücrelerimize kadar işlemiş olan kölelik etiketini göğsümüzden yırtıp atmamız gerekiyor. İşte o zaman bu karanlık tablo ortadan kalkacaktır.
Bölüm 3: Bizler Niçin Varız? İnsan ve Değer Hareketi’nin Misyonu
İşte biz İnsan ve Değer Hareketi mensupları olarak, bu tabloyu değiştirmek için varız! Değişen dünya düzeninin bunca meydan okuması karşısında ümmet bilincini yeniden diriltmek ve bir birlik modeli oluşturmak zorundayız.
Hareketimizin odak noktası insandır ve insanı kemale erdirecek değerleri yüceltmeyi esas alır. Bizler şiddet veya baskı ile değil, fikrî ve ahlakî terbiye yoluyla toplumu dönüştürmeyi hedefliyoruz.
Misyonumuz, Peygamberlerin mirası olan o üç sihirli kelimede saklıdır: Islah, İhya, İnşa.
1. ISLAH: Önce Nefsimizden Başlayan Arınma Yolculuğu
Islah, dışarıyı düzeltmeden önce içeriyi imar etmektir. Bu hareketin içinde makam, mevki, şan, şöhret peşinde koşan kendine yer bulamaz. Burada tek bir makam vardır; o da Allah’ın rızasıdır. Kendini ıslah edemeyen, toplumu ıslah edemez.
2. İHYA: Küllerinden Yeniden Doğuşun Adı
İhya, sadece unutulmuş değerleri hatırlatmak değil, aynı zamanda bu Ümmet’in yitirilmiş özgüvenini yeniden canlandırmaktır. Batı medeniyeti karşısında duyulan eziklikten kurtulup, kendi medeniyetimizin hayat veren pınarlarına dönmektir. İhya, pasif ve savunmacı bir dindarlıktan, aktif, öncü ve inşa edici bir dindarlığa geçiştir.
3. İNŞA: Sabır ve Basiretle Geleceği Kurmak
İnşa, usta bir mimarın sabrıyla, bir peygamberin vizyonuyla geleceği ilmek ilmek örmektir. Tıpkı Efendimiz Aleyhisselam’ın Medine’de yaptığı gibi, önce insanı inşa edeceğiz. İmanı sağlam, ahlakı güzel, ilmi derin, karakteri bütün, ruhu özgür insanlar… Sonra bu insanlarla sağlam aileler. O ailelerle huzurlu ve adil bir toplum. Ve o toplumla, tüm insanlığa umut olacak bir medeniyet inşa edeceğiz.
Bölüm 4: Görev ve Sorumluluklarımız: Kısa, Orta ve Uzun Vadeli Hedefler
Peki, bu büyük idealleri nasıl ete kemiğe büründüreceğiz?
Kısa Vadede (Şimdi ve Hemen): “MEŞALEYİ YAKMAK”
- Kişisel Seferberlik: Her bir kardeşimiz, “Ben ne yapabilirim?” sorusunu bırakıp, “Ben olduğum yerde ne yapmalıyım?” sorusuna odaklanmalı. Evinde daha iyi bir eş, işinde dürüst bir çalışan, mahallesinde hayırlı bir komşu olmalıdır.
- Kardeşlik Halkalarını Güçlendirmek: Haftalık, aylık sohbet ve istişare halkalarımızı birer manevi enerji santraline dönüştürmeliyiz.
- Acil Eylem Planı: Her birimimiz, kendi bölgesindeki en acil soruna (bir yetim, bir mülteci aile, bir öğrenci) odaklanarak somut bir çözüm üretmeli. Az da olsa sürekli olan amel, Allah katında en sevimli olandır.
Orta Vadede (Gelecek Birkaç Yıl): “KALELERİ İNŞA ETMEK”
- İnsan ve Değer Akademisi: Sadece bilgi aktarmayan, aynı zamanda şuur ve karakter inşa eden, düşünen, sorgulayan ve çözüm üreten nesiller yetiştirecek bir eğitim yapısı kuracağız.
- STK Ağımızı Genişletmek: Hareketimizi yurdun dört bir yanına yaymak, hatta uluslararası düzeyde benzer vizyona sahip kuruluşlarla irtibatlar kurmak görevimizdir.
- Fikri Üretim: Çağın getirdiği yeni sorunlara İslami perspektiften cevaplar üreten, raporlar, makaleler, kitaplar ve dijital içerikler yayınlayan bir düşünce üretim merkezi haline geleceğiz.
- Medya ve Yayıncılık: Kendi değerlerimizi anlatan dergiler, web siteleri, belgeseller üretmek; sosyal medyayı aktif kullanarak özellikle genç nesle ulaşmak büyük önem arz ediyor.
Uzun Vadede: “MEDENİYET NÖBETİNİ DEVRALMAK”
- Adanmış Nesli Yetiştirmek: Nihai hedefimiz, arkamızda sadaka-i cariye hükmünde olacak kurumlar ve en önemlisi, bizden sonra bu bayrağı daha ileriye taşıyacak imanlı, ahlaklı ve donanımlı “Adanmış bir nesil” bırakmaktır.
- Medeniyet Tasavvuru: Nihai ufkumuz, küresel ölçekte sözü dinlenen, modeli örnek alınan, adalet ve merhamet üzerine kurulu bir medeniyet tasavvurunu yeniden yeşertmektir. Bu, bizim tarihi “medeniyet nöbetimizi” yeniden devralmamız demektir.
Sonuç ve Çağrı
Sözlerimi tamamlarken, şunu aklımızdan hiç çıkarmayalım: Karşımızdaki sorunların büyüklüğü bizi asla yıldırmamalı. Çünkü bizim, o sorunların hepsinden ve her şeyden daha büyük olan Allah’ımız var! Bizim, en zor anlarda “Üzülme, Allah bizimledir” diyen bir Peygamberimiz var!
Bu salondan ayrılırken, her birimiz tarihin bize sorduğu şu soruyu bilelim:
Bu çağın tanığı mı olacaksın, yoksa sanığı mı? Bu gidişatın bir kurbanı mı olacaksın, yoksa bu gidişatı değiştiren bir kahraman mı?
Gelin, bu tarihi buluşmayı bir milat kabul edelim. Gelin, paslanmış niyetlerimizi gözyaşlarıyla cilalayalım. Gelin, bireysel kurtuluşun ancak toplumsal kurtuluşla mümkün olduğu bilinciyle safları sıklaştıralım.
Ya Rabbi! Bizleri ıslah eyle, bizlerle dünyayı ıslah eyle! Ya Rabbi! Bizleri dininle ihya eyle, bizlerle dinini ihya eyle! Ya Rabbi! Ayaklarımızı dinin üzere sabit kıl! Bizleri, rızandan ayırma!
Allah yar ve yardımcımız olsun. Bu kutlu yolda Rabbim bizleri muvaffak kılsın.
Bu duygularla, toplantımızın hareketimiz, milletimiz, Ümmetimiz ve tüm insanlık için hayırlara vesile olmasını Cenab-ı Hak’tan niyaz ediyor, her birinizi Allah’a emanet ediyorum.
Esselamualeyküm ve rahmetullahi ve berekatüh.
İnsan ve Değer Hareketi Yönetim Kurulu Başkanı Zekeriya Şengöz’ün açılış konuşması ardından “Bilgi Çağında Hikmeti Yitirmek” konulu bir sunum gerçekleştiren Prof. Dr. Halis Aydemir:
“Hayat değişiyor ve dönüşüyor ancak değişen ve değişmeyen şeyler var.
Sözgelimi iletişim araçları ve imkanları değişiyor, gelişiyor ancak iletişim bir ihtiyaç olarak sabittir. Aynı şekilde yapı teknolojileri değişiyor ama barınma ihtiyacı sabittir.
İnsanın hayatında değişen bir çok yön oldu ve bundan sonra da olmaya devam edecek ama sözgelimi doğum ve ölüm sabittir.
Burada hikmet; değişmeye ve dönüşmeye uğraması mukadder olanı değil, sabit olanı merkeze almak ve bunlar üzerine düşünce ve çaba sarfetmektir.
Değişen teknoloji, ilerleyen teknik imkan ve araçlar, sanki hayatın ve insanın temel amacını da değiştiriyormuş gibi bir mantıkla sunuluyor.
İlgisiz bir bağlam üzerinden insanın temel sorumluluklarını unutturmaya veya perdelemeye yönelik yapılan tüm telkinler şeytani iğva ve aldatmacalardır. İnsanın temel sorumluluğu tevhid anlayışı üzere bir hayat ve Allaha gereği gibi kulluktur. İnsanın yaratılışının değişmeyen temel amacı budur.”
Sempozyumda “Çağın Yeniden İnşası ve Değişen Dünya Düzeni” konulu bir sunum gerçekleştiren Prof. Dr. Muhittin Ataman:
“Müslümanların büyük sıkıntılarla yüz yüze olduğu bir zaman diliminde yaşıyoruz.
Bu tabloyu; yıkılmakta olan sistem, yeni durumlar/gelişmeler ve sistemin aldığı yeni şekil üzerinden genel bir değerlendirme yapmak istiyorum.
Evvela, biz Batının dizayn ettiği ve kurguladığı bir dünyada yaşıyoruz. 15. Yüzyılda Rönesans, Reform ve Modernleşme gibi anlayışlarla temeli atılan bu düzen; bir çok açıdan büyük krizler yaşıyor.
Cumhuriyet, demokrasi, ulus-devlet, kapitalizm/liberalizm gibi tüm anlayışları bir kenara itmiş, tabir caizse kendi ürettiği putları büyük bir iştahla yemeye başlamıştır.
Örneğin, ulus-devletin en önemli vasfı; sınırları belli olan teritoryal bir alanda oluşturulan bir kurum ve örgütlenme iken, modern bir devlet olarak ve suni bir şekilde kurdukları İsrail’in sınırları belli değildir. Arz-ı mevud ideali çerçevesinde İsrail’in nerede duracağını hala da kimse bilmiyor.
İkincisi, millet esasının gereği olarak bu ülke sınırları içerisinde yaşayan herkesin bu ülkenin eşit “vatandaşları” olması gerekirken, İsrail için dünyanın farklı coğrafyalarında yaşayan Yahudiler önceliklidir. Ve İsrail işte dünyanın farklı yerlerinde yaşayan Yahudilerin devletidir.
Üçüncüsü bu modern dünya düzenini korumak üzere teşekkül ettirilen Birleşmiş Milletler’in İsrail ve ABD karşısında hiçbir sözü geçmiyor. Bütün dünya üzerinde BM’nin değil, ABD’nin hegemonyası var.
Evet, bu gün Doğu ile Batı, Kuzey ile Güney, ABD ile Çin, Batı dünyası ile İslam Dünyası, ABD ile Avrupa, Kıta Avrupası ile Anglosakson Avrupa arasında büyük bir çekişme; özetle küresel ve toplumsal düzeyde büyük bir kriz var. Bunu yansımaları ise “değerler” dünyasındaki çatışmalar üzerinden daha kolay okunabilir.
Güç sahipleri bu çatışmayı ekonomik, toplumsal ve siyasal alanda canhıraş bir şekilde yürütüyor.
İnsanları sahip oldukları bütün aidiyetlerden koparmak ve uzaklaştırmak istiyorlar. Aile, akrabalık, din, vatan…aklınıza ne gelirse.
İnsanlık bu çok yönlü saldırılar karşısında varoluş savaşı vermek durumunda kalacağı yeni bir döneme giriyor.
Bütün bunlar karşısında ne yapmalıyız?
Müslümanların hiç bir şekilde umudunu kaybetme hakkı yok. Kıyametin koptuğunu görsek bile pes etmeyeceğiz. Bizi biz yapan değerlerimize dört elle sarılarak bu ifsad dalgasını bertaraf edebiliriz. Aile, akrabalık, dostluk, cemaat, din gibi toplumsal aidiyet ve dayanışmalarımızı güçlendirmemiz gerekiyor.