Özgür Hüseyin Akış: Halkı sokağa AKP davet ediyor

CHP belediyelerine yapılan operasyonların gerekçesi yolsuzluk olduğu iddiasını taşısa da artık herkes biliyor ki temelinde siyasi gerekçeler var. Adana, Antalya ve Adıyaman belediyelerine yapılan operasyon sonrası CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in yaptığı açıklamanın bir kısmında, halkı ne zaman sokağa çağıracağını kendisinin bileceğini, halkı sokağa çağırmak zorunda bırakılmamasını söyledi.
CHP halka öncülük edecek bir parti mi? Bu soruya yazının en sonunda yanıt vermek şartıyla devam edelim.
19 Mart sonrası sokağa çıkanların gerçekten bir çağrıyla mı yoksa AKP’nin yaptıklarına duydukları öfkeyle mi sokağa çıktığını gözlemlediğimizde, sokağa çıkanların kendi genel oy haklarına yapılan saldırıya karşı tepkilerinin daha yüksek olduğunu görüyoruz. O eylemlere damga vuran gençliğin de kendi ülkelerine tutunmak, gelecek aramak istedikleri çok açıktı.
AKP’nin halkın sinir uçlarına nasıl dokunduğuna gelin, geçmişe kısa hatırlatmalar yaparak bakalım.
Cumhuriyet tarihinin en büyük özelleştirmeleri AKP hükümeti döneminde gerçekleşti. Sermaye sınıfının bu durumdan duyduğu memnuniyet ve elde ettiği kârlar, siyasi İslamcılarla liberalizm arasındaki bağın ne kadar güçlü olduğunu gösterdi. Özelleştirmelerle birlikte devletin kamu hizmetlerindeki payı azaltılırken sağlık ve eğitim piyasaların insafına terk edildi, emekçi halk seçeneksiz bırakıldı. Sermaye buradan da büyük kârlar elde ederken, asgari ücret ortalama ücret hâline getirildi.
Başlıca Özelleştirme Örnekleri (AKP Dönemi):
Sanayi ve Üretim:
-
Petkim (2008): SOCAR (Azerbaycan) tarafından satın alındı.
-
SEKA: Kâğıt üretimi yapan devlet işletmeleri özelleştirildi veya kapatıldı.
-
Şeker Fabrikaları: 2018’de 14 şeker fabrikası özelleştirildi.
-
Eti Gümüş, Eti Bakır: Özel şirketlere devredildi.
Enerji:
-
TEDAŞ: Elektrik dağıtımı bölge bölge özel sektöre devredildi.
-
TEK: Üretim ve dağıtım alanları bölünerek özelleştirildi.
-
Tüpraş (2005): Koç Holding ve Shell ortaklığına satıldı.
-
Erzurum, Sakarya, Boğaziçi vb. elektrik dağıtım bölgeleri özelleştirildi.
Telekomünikasyon:
Ulaştırma ve Limanlar:
-
Mersin Limanı, İzmir Limanı (bir kısmı), Derince Limanı gibi birçok liman özelleştirildi.
-
Tekel (tütün ve içki üretimi): 2008’de British American Tobacco’ya satıldı.
Hizmet ve Diğer:
-
Araç muayene istasyonları (TÜVTÜRK): 2007’de özelleştirildi.
-
Milli Piyango: 2014’te özel sektöre devredildi.
-
Bankalar: Ziraat ve Halkbank kamuya ait kalırken, bazı küçük bankalar özelleştirildi.
Özelleştirme Gelirleri:
2002–2020 arası yaklaşık 70 milyar dolar civarında özelleştirme geliri elde edilmiştir. Gelirler çoğunlukla bütçe açığının finansmanı ve kamu borçlarının ödenmesi için kullanılmıştır.
AKP, tarihsel bir kinle Cumhuriyetle hesaplaşırken sermaye sınıfı bu durumdan gayet memnundu. Kamuya ait işletmelerin özelleştirilmesi, kamu işçilerinin dününü, bugününü ve yarınını da etkiliyordu. Özelleştirmelerin gerçekleştiği dönemlerde işçiler, işyerlerinin özelleştirilmesine karşı direndiler. Ancak hafızalarda yer edinen en önemli direniş Tekel işçilerinin direnişi oldu. 74 gün boyunca Ankara’nın göbeğinde çadırlar kurup “ölmek var, dönmek yok” iradesiyle yürüttükleri mücadele, sınıf mücadelesi tarihine geçti.
AKP’nin yargı, ordu ve akademi alanında giriştiği tasfiyeler, Ergenekon ve Balyoz davaları hem hesaplaşma hem de kendi varlığını sağlamlaştırma amaçlıydı. AKP-Gülen Cemaati ortak yapımı bu süreç, vesayete karşıymış gibi gösterilip “özgürlük ve demokrasi alanını genişleteceği” beklentisini yaratmayı başarmıştı. Sol, liberaller ve Kürt siyasi hareketi de bu süreci olumlu gelişme olarak onaylıyordu. Halkın gözünde dokunulmaz görülen paşalar tutuklanıyor, tencereye alakasız birçok isim atılarak kafa karışıklığı olağanlaştırılıyordu.
Bu yaşananlar, Türkiye tarihinin en büyük halk hareketi olan 2013 Haziran Direnişi’nin patlak vermesine zemin hazırladı. Kafa karışıklığı, toplumun enerjik kesimlerinde sürüyordu. Kürt siyasi hareketi barış masasında iken bu halk hareketinden darbeyi gördü. CHP, alıştığı konfor alanı olan ana muhalefet pozisyonunu terk etmek yerine, bu alanı sağlamlaştırma siyaseti izlemeyi tercih etti. Bu, olağanüstü dönemlerde olağan siyaset yapma tercihiydi. Türkiye solunda ise uzun zamandır iktidar hedefi bulunmadığı için muhalefet etme ve direnmeye dönük pratikler devam ediyordu. Türkiye Komünist Partisi, “boyun eğme” sloganıyla harekete rengini çalmış olsa da işçi sınıfı içindeki yerinin siyasette belirleyici konumda olmadığını halk hareketi gösterdi. Bu halk hareketi, “bu halktan bir şey olmaz” söyleminin gerçeği yansıtmadığını bir kez daha kanıtladı.
AKP’nin en belirleyici özelliği, düzen cephesindeki her kesimle ittifak kurabilme yeteneğidir. Dostluğuna da düşmanlığına da güvenilmeyeceğini defalarca gösterdi. Hükümetinin ilk yıllarında liberaller ve sivil toplumculuk çatısı altında solcuları Gülen Cemaati ile aynı masada buluşturup sonrasında Kürt siyasi hareketi ile de masaya oturarak kendi tanımlamalarıyla “çözüm süreci”ni başlattı. MHP ile o dönem düşman konumundayken bugün Cumhur İttifakı çatısı altında birlikteler. Düzen siyaseti açısından bu şaşırtıcı olmasa da, yönetemedikleri krizli süreçleri bu şekilde aşmayı başardılar.
Kürt siyasi hareketi ile anlaşmazlık yaşanıp masadan kalkıldığında siyasette kartlar yeniden dağıldı. O dönemde HDP ve genel başkanı etrafında toplanan halkın enerjisi, “Erdoğan’ı başkan yaptırmayacağız” üzerinden şekillendi. 7 Haziran seçimlerinde %13,1 oy alan HDP, AKP’nin %40’ın üzerinde oy almasına rağmen tek başına iktidar olmasını engelledi. Seçim döneminde ve sonrasındaki bombalı saldırılar, kaos süreci, koalisyon hükümetinin kurulamaması ve Kasım ayında yapılan seçimler, AKP’nin yeniden tek başına iktidar olacak oyu almasını sağladı.
15 Temmuz darbe girişimi sonrasında ise AKP, tüm düzen içi unsurları karşısına dizip mağduriyet hikâyesini anlattı. FETÖ ile hesaplaşma ve “kandırıldık” gibi açıklamalar siyasette dünün “dünde kalmasını” meşrulaştırmaya çalıştı. Bu süreçte AKP, yerli-milli bir siyaset pozisyonuna geçerek Ergenekon sürecinde hapse attırdığı bazı Kemalist isimleri kendi cephesine çekmeyi başardı. Devlet geleneği güçlü olan MHP ise tam bu noktada Kürt siyasi hareketini doğrudan karşısına alarak düşman siyasetine katkıda bulundu. Uzayan OHAL süreçleri, FETÖ ile hesaplaşma bahanesiyle Kürt siyasi hareketine yakın isimlere ve solcu akademisyenlere yöneldi. HDP’li belediyelerin çoğuna kayyum atandı. Siyasi pozisyon değişikliği, dünün dostlarını karşı karşıya getirirken, düşmanlarını yan yana getirip birlikte yürümeye itti.
2018 yılına gelindiğinde Erdoğan, başkanlık seçimlerinde hem kendisine hem de sisteme onay alarak yeni dönemin kapısını araladı. Aynı yıl küresel ekonomik kriz Türkiye’yi de etkileyerek TL’nin değer kaybına, enflasyonun artmasına ve sürekli bir ekonomik krize yol açtı. Ardından gelen salgın süreci de bu krizin derinleşmesinde önemli bir dönemeç oldu.
Son 23 yılın bakiyesini şöyle özetleyebiliriz: Derinleşen yoksulluk, emekçi halkın alım gücünün sürekli azalması, çalışma koşullarının ağırlaşması… Ekonomideki tablo, resmi enflasyon rakamlarıyla bile halkın gıda, barınma, fatura, sağlık, eğitim gibi temel ihtiyaçlarını nasıl karşılayabildiğini açıklayamayacak kadar ağır bir tablo sunuyor.
Süreklileşen ekonomik krize rağmen AKP’nin düzen cephesinde hâlâ alternatifsiz kalmasının belirli gerekçeleri var. Türkiye sermayesinin 2002 öncesi ve sonrası onayı, ABD, İngiltere ve Almanya başta olmak üzere emperyalist blokun AKP’nin ve son dönemdeki Cumhur İttifakı’nın varlığı ile sürekliliğindeki payı tartışmasız bir gerçek.
Gelelim baştaki sorumuzun cevabına:
CHP siyaseti yıllarca sokağı pasifize eden, sandığı mutlaklaştıran bir çizgi izledi. Şimdi AKP’nin genel oy hakkına ve sandığa saldırısı karşısında yaşadığı şaşkınlık, halkın tepkisi karşısında geri kalmama gayreti ve başka çare görememesi, Özel’i sert söylemlere ve sokağı işaret etmeye itiyor. Ancak burada sadece İmamoğlu’nu işaret etmesi, meşruiyetini emperyalist blok içinde araması, halkın enerjisinin sönümlenmesine neden oluyor.
Halkın tepkisinin gerekçeleri çok gerçek: Genel oy hakkı kazanılmış bir haktır; yoksulluğun derinleşmesi, temel ihtiyaçlara ulaşmada yaşanan zorluklar ve Cumhuriyet’in kuruluş ilkelerinin ortadan kaldırılmasına karşı halkın en az yarısının gösterdiği tepki ortadadır. Bunlar karşımızda dururken, tek bir kişinin özgürlüğü ve kurtarıcılığı gerçekçi değildir. Halkı sokağa mücadeleye uzun zamandır zaten AKP davet ediyordu. CHP ise ilk seçimde AKP’nin yenileceğini iddia ederek halkı sokaktan uzak tutmaya çalışıyordu.
AKP’nin sermayeyi temsil ettiği, sermayenin çıkarları dışındaki aşırılıklarının tolere edildiği gerçeğiyle; İmamoğlu’nun bu temsiliyet içinde kendisini kanıtlama ve onay alma çabası unutulmamalıdır. Bugün kolay olmayan bir süreçten geçiyoruz; AKP’nin emekçi halkı sokağa davet ettiği bir dönemden geçiyoruz.
AKP’yi başımıza musallat eden bütün düzen unsurlarını reddedip, kendi alternatifimizi bir iktidar programı çerçevesinde, hayatın her alanında örgütlü mücadeleyle birleştirip mücadele etmenin tek kurtuluş olduğunu hatırlatarak yazıyı bitirmek istiyorum.