Selçuk Şahin Polat: Bahçeli, Apo ve ABD: Yeni Türkiye’nin gizli ortakları mı?

Bahçeli’nin DEM milletvekillerinin elini sıkmasıyla ve Apo’nun desteğiyle başlayan “Terörsüz Türkiye” adını verdikleri Kürt çözüm süreci, ilginç gelişmelerle devam ediyor.

Çünkü hiçbir şey açık değil ve özellikle de her şeyin kapalı kapılar arkasında kotarıldığını görüyoruz. Örneğin; Bahçeli’nin parti içi konuşması veya Apo’nun MİT ve Kandil’den gelen heyet ile yaptığı toplantılar gibi!

Şimdi, belli başlı kesimlerin (proje sahiplerinin, ırkçıların, Alevi kesimin, Marksistlerin, CHP’nin ve en önemlisi de Kürtlerin) projeyle ilgili geldikleri noktaları ele alıp, “Terörsüz Türkiye” denen sürecin nasıl yeni çatışmalar ve kaosa zemin hazırladığını görmüş olalım.

BOP’un İran’dan önceki son durağı: Türkiye

Zaman ilerledikçe süreç ete kemiğe bürünmeye ve proje sahiplerinin açıklamaları ve çalışmaları da ortaya çıkmaya başladı. Sırasıyla bakalım ve projenin aslında ne olduğunu görmüş olalım:

1. RTE–BAHÇELİ–APO ve TRUMP’IN TAVRI

Erdoğan, “Türkler-Kürtler ve Araplar birlikte olacak, AKP-MHP-DEM birlikte yürüyeceğiz” derken, Bahçeli de Cumhurbaşkanı vekillerinden birinin Kürt diğerinin de Alevi olması gerektiğini beyan etmiş. Apo da MİT ve Kandil’den gelen bir heyetle toplantı yapmış ve ortak bazı kararlar almışlar. Trump’ın Büyükelçisi Barrack da “Osmanlı İmparatorluğu’ndaki millet sistemini” ülkemize uygun bulmuş!

Görüldüğü gibi, ABD’nin bakış açısına uygun açıklamaların hem Erdoğan’dan hem de Bahçeli’den geldiğini görüyoruz. Apo da bunun için yoğun mesai harcıyor zaten!

Erdoğan ve Bahçeli’nin açıklamaları niyeti açığa vuruyor: Vatandaşlık ve liyakat hukuku kalkıyor; yerine inanç, mezhep, etnik vb. alt kültür hukuku getirilmek isteniyor. Belli ki ABD elçisinin de işaret ettiği gibi, 1923 devriminin (tüm yanlış uygulamalarına rağmen) ortadan kaldırdığı bir feodal sultanlık sisteminin kurulması amaçlanıyor. Evet, 1923 Cumhuriyeti, Kürtler dâhil tüm ezilenlerin haklarını ve özgürlüklerini yok saydı, onlara olmadık acılar yaşattı. Ama bugünkü gerici, emperyalist ve faşist bir projeyle geçmişte yaşananların acısı giderilmez ve değiştirilemez. Bu projedeki özel hedefi de unutmayalım: Yani RTE’yi tekrar başkan yapacak anayasal düzenlemeyi!

Apo’nun MİT yetkilileri ve Kandil’den gelenlerle yaptığı ve ego patlamasının yaşandığı ortak toplantı tutanaklarına baktığımızda, PKK’li 30 gerillanın silah bırakma kararının burada alındığını görüyoruz. Ama daha da önemlisi, Apo’nun bazı tespitlerinin muktedirlerin tespitleriyle uyuşuyor olmasıdır. “Ulus devletten vazgeçtim*”, “Bahçeli ne diyorsa o oluyor. Onu önemsiyorum. Diğerleri hikâyedir.” gibi tespitleri havada uçuşmuş.

Fakat ilginçtir, soruna Marksist açıdan yaklaşan bizlerin süreçle ilgili endişelerinin bu toplantıda paylaşıldığını okuyoruz. Kandil heyeti: “Devlete kimse güvenmiyor. Barışa kimse inanmıyor.” Apo da bazı gelişmeler karşısında isyan etmiş: “Bu iş basit gözüküyor. Teslimiyet durumu var. Belli ki kurbanlık koyun gibi başımızı uzatmamızı istiyorlar.” Evet, bu küçük dalgalar, devletle ve emperyalist dayatmalarla yüzleştikçe özellikle Kürt halkı arasında tsunamiye dönüşeceğe benziyor. Mazlum Abdi’nin, ABD Suriye Temsilcisi Barrack’a verdiği cevap da bunun ilk sinyali.

ABD ve Trump’ın Türkiye Büyükelçisi ve de Suriye Özel Temsilcisi Barrack, projenin sahibi olarak Erdoğan–Bahçeli ve Apo’ya gidecekleri istikameti göstermiş: Onlar da onu takip ediyorlar zaten!

2. MİLLİYETÇİ VE IRKÇILARIN TAVRI

Ülkemizdeki şoven–milliyetçi–ırkçı ve faşist unsurların son sürece ilişkin tavırlarının biz Marksistlerin ve demokratların tavırlarıyla sanki bir ve aynıymış gibi yansıtıldığını ve bunun da kasıtlı yapıldığını düşünüyorum. Bunun için bu iki tavır arasındaki derin uçuruma ve tam zıt duruma bakmamız gerekiyor.

Ulusların kendi kaderini tayin hakkını reddeden milliyetçi ve ırkçı kesim, soruna tıpkı Hitler veya Mussolini gibi “tekçi üniter devlet” penceresinden bakmaktadır. Yani onlara göre Kürt ulusu diye bir halk yoktur ve onların kendi kaderlerini tayin hakkı tam bir bölücülüktür. Bu nedenle bu projeye karşı çıkıyorlar. Yani onlar sadece Kürt halkının haklarını almasına değil, aynı zamanda Kürt diye bir ulusun olduğuna da inanmıyorlar.

Hâlbuki Marksistler ve demokratlar, yukarıda da belirttiğim gibi, projeye Türkiye halkları için kalıcı demokratik bir kazanım sunmadığı için karşı çıkmaktadır. Örneğin Apo’nun ulus devleti reddeden projesine karşı, milliyetçiler diğer uluslar üzerindeki baskı ve sömürü çarklarının (üniter devletlerinin) gideceği için karşı çıkarken, biz Marksistler ise bu tespitin yarı-anarşist bir tez olduğu, emperyalistlerin ümmet devlet anlayışına kapı araladığı ve demokratik devlet projesini dışladığı için karşı çıkıyoruz.

3. KÜRT KESİMİNİN TAVRI

Üçüncü önemli tavır, Kürt siyasi hareketinin temsilcileri ve aydınlarından geliyor. Temsilci olarak Apo zaten projenin mimarlarından. Onu birinci bölümde ele aldık. Mevcut DEM yöneticileri, Kürt aydınları ve içerideki S. Demirtaş da Apo’yu takip ediyor. Onları suçlamak ahkâm kesmek olur! Çünkü çaresizliğin ve biat kültürünün getirdiği bir bilinç kayması mevcut! Fakat bu zorunlu oyunda onlar giderek iki kampa ayrılacak gibi gözüküyor:

Bir yanda demokrasi mücadelesini sürdürmek ve giderek bu yönde kazanımlar elde etmek isteyenler, diğer yanda da “demokrasi ancak Kürtler haklarını elde ettikten veya kurulacak sistemde görev aldıktan sonra gelecek” diyenler olacaktır. Birinciler (ki bu kesimin içinde S. Demirtaş da yer alır korkusuyla büyük ihtimalle dışarı salınmayacaktır), süreci satın alıp bunu Kürt halkı lehine çevirmek isteyen demokratlar; ikinciler ise, emperyalistler ve temsilcilerinin peşinden sorgusuz sualsiz gidip “önce Kürt hakları” diyen feodaller olacaktır. Bu iki kampın temsilcilerinin süreç ilerledikçe daha net açığa çıkacağını göreceğiz zaten.

4. ALEVİLERİN TAVRI

Alevilerin ismi konmuş bir temsilcisi olmasa da bu kesimi fiilen Kılıçdaroğlu temsil etmekte. Onun tavrının bugüne kadar var olan sisteme karşı devrimci bir karşı çıkış içermediğini biliyoruz. Kılıçdaroğlu ne yazık ki ülkede sağcılığın çoğunluğu oluşturduğunu sanan bir cahil gibi hareket ediyor. Bu tavır kasıtlı veya bilinçsiz olabilir, fakat kesin olan bir şey var ki, o da solculuğun iktidar olmasını istemeyenlerin dümen suyunda gitmek, Bay Kemal’in temel muhalefet stratejisi olarak duruyor.

Dolayısıyla Alevilerin ezici bir çoğunluğu CHP’nin yeni yönetimi aracılığıyla mevcut sisteme muhalifken, kariyer sarhoşu belli bir azınlığın da Bay Kemal aracılığıyla sağcılar ve iktidarla iş tutmaya eğilimli olduklarını görüyoruz.

5. CHP’NİN TAVRI

CHP’nin adı geçen sürece ilişkin tavrı, onun dayandığı sınıfsal pozisyonuyla şekilleniyor. CHP, sermaye sınıfının reformcu partisidir. Onun Sosyalist Enternasyonal üyesi olması veya Alman savunma bakanı ve devlet yetkilileriyle görüşerek Türkiye’ye uçak verilmesinin yolunu açması tesadüf değildir. Bu nedenle, emperyalist sistemin reformcu da olsa içinde yer alanların, yine emperyalist sistemin Ortadoğu projesine karşı çıkmasını beklemek aymazlık olur! Sadece yorum farklılıkları olacaktır.

Bu konuda temel gösterge ve ayraç, “Ulusların Kendi Kaderlerini Tayin Hakkı” konusundaki düşünce ve tavırlarıdır. CHP bunu savunuyor mu? Hayır!

6. MARKSİSTLERİN TAVRI

Kendini devrimci-sosyalist-komünist veya Marksist gören ve projeyi desteklemeyen kişi ve gruplar, bugün “Ulusların Kendi Kaderlerini Tayin Hakkı”nı tanıma ve bunu savunarak işe başlamalıdır. Devrimciler elbette ki barış ve demokrasiden yanadır. Fakat ulusların kendi kaderlerini tayin etme hakkının, mevcut “Terörsüz Türkiye” projeyle imkânsız olduğunu göremeyen birçok devrimci kişi ve örgütün varlığına rağmen bu böyledir!

Peki, Kürtler ile kendilerine sosyalist diyen kişi ve grupların bu süreci desteklemelerinde ısrar nereden geliyor?

Cevap tek kelimeyle şudur: Bu ne Apo’nun Bahçeli’yi ikinci Atatürk gibi görmesinden, ne de savaşın yarattığı bezginlik ve umutsuzluğun yarattığı kırılmadan geliyor! Bu projede gösterilen gözü karalık ve ısrar, emperyalistlerin projelendirdiği ve yeni topraklar edinecek olan “Yeni Türkiye”nin, yani Osmanlı tipi devletin içinde Kürtlerin de söz ve karar sahibi olacakları bir statünün çözüm olduğuna inanların cahilliğinden geliyor. Bunu da kimi gruplar ve kişiler utanmadan sosyalist ve devrimci soslarla süsleyip pazarlıyorlar.

Fakat gelinen aşamada, süreci benimseyenler arasında önemli kırılmalar ve farklılaşmalar mevcut: Yukarı satırlarda da belirttiğim gibi, projeye çivileme atlayanlar, muktedirlerin açıklamaları ve dayatmaları karşısında Marksist ve demokratların önceden yaptıkları uyarılara benzer açıklamalar ve görüşleri dile getirmeye başladılar.

Örneğin, hatırlayın Apo Bahçeli’nin paradigmasına sahip çıkıyordu ve E. Kürkçü de Apo’nun bu tespitlerini yerinde buluyordu**. Kürkçü, 24 Temmuz tarihli Yeni Yaşam adlı sitede kaleme aldığı yazıda Bahçeli’yi eleştirerek “Bahçeli devletin toplumla ilişkisini değiştirmeksizin toplumu devlete uydurma fantezileri…” demiş. Daha da ilginci, Bahçeli’yi yeni keşfetmiş yeni yetme Marksist gibi şöyle değerlendirmiş: “Bahçeli’nin olası bir post-Erdoğan döneminde Türk milliyetçiliğinin sistemde edindiği merkezi konumu koruma hedefiyle hareket ettiğini düşünmek için pek çok neden var.” Yani Kürkçü, Bahçeli’nin bu nitelikleriyle ilgili yıllardır söylediklerimizi** yeni tekrarlamış sadece. Ne diyelim: Günaydın!

Projeyi destekleyenlerin bu noktaya gelmeleri elbette ki önemli! Sanırım onlar da bu süreci destekleyenlerin içinde giderek şekillenen demokrasi taraftarlarını saflarına katılmış olacaklar. Başarılı olabilirler mi? Sanmam! Sadece CHP’nin başını çektiği RTE rejimini değiştirme mücadelesine katılmış olurlar. CHP’nin de Kürt halkının Kendi Kaderini Tayin Hakkını tanımayacağını biliyoruz. Fakat en azından bu arkadaşlar bu eleştirilerine devam ederek, belki RTE rejiminin yıkılmasına katkı koymuş olacakları ve ezilenlere ve yoksullara geçici de olsa bir katkı sunacakları için de hayırlı bir iş yapmış olurlar.

Dipnotlar:

* Apo’nun ulus devletten vazgeçmesi, bu düşüncenin demokratik bir içerik taşımadığını, aksine emperyalist projelere açık bir niteliği barındırdığını bilmemiz gerekir. Kürt ulusunun kendi kaderini tayin etme hakkını reddeden ve “tüm demokratik açılımlar bitmiştir” diyen Apo, aslında bu teziyle ABD’nin Osmanlı ümmet sistemine kapıyı açmış olmaktadır.

** Bu sitede bu konuda çıkan yazılarıma bakabilirsiniz!

Başa dön tuşu